Âsaf bin Berhiyâ, Hazreti Süleyman'ın Veziri

Âsaf bin Berhiyâ, Hazreti Süleyman'ın Veziri

    Hz. Süleyman ( a.s. )'ın Belkıs'ın tahtını bana kim getirebilir isteği üzerine, cinlerden bir ifrit; ben onu sana sen makamından kalkıncaya kadar getiririm, bana güvenebilirsin, benim buna gücüm yeter demesine rağmen yeterli görmemiştir. Kitaptan bilgisi olan bir kişi, Belkıs'ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadarki çok kısa bir sürede Yemen'den Kudüs'e getiririm demiş ve hemen getirmiştir. Belkıs'ın tahtını getiren İlim sahibi zatın, Hz. Süleyman ( a.s. )'ın veziri Âsaf bin Berhiyâ, yahut Hızır olduğu rivayet edilmektedir.

    Hz. Süleyman ( a.s. )'a, Allah ( c.c. ) çok büyük lütuflarda bulunmuştur. Kuş dilini bilir, hayvanların konuşmalarını anlardı. Kuşlara, cinlere, insanlara ve bunlardan oluşan ordulara hükmeden büyük bir sultanlığı vardı. Hz. Süleyman ( a.s. ), Belkıs'tan Allah ( c.c. )'a inanmasını istemiştir. Saba Kraliçesi Belkıs, Hz. Süleyman ( a.s. )'a karşı konulamayacağını anladığından, Kudüs'e gelip Süleyman ( a.s. )'a teslim olmak üzere yola çıkmıştır. Belkıs'ın gelmekte olduğu haberini alan Hz. Süleyman ( a.s. ), Belkıs'ın büyük ve gösterişli olan tahtını anlık olarak getirtmiştir.

    Buradan çıkarmamız gereken çok önemli dersler bulunmaktadır. Kur'an-ı Kerim'i; dini ilimler alanındaki yetişmiş uzman din adamlarımızla birlikte müspet bilim alanında yaptığı araştırmaları ile bir çok önemli başarılara imza atmış bilim adamlarımızdan oluşan çok önemli bir grup kurulmalıdır. Kur'an âyetlerinden ve hadislerde belirtilen bilgilerden yola çıkılarak eşyanın taşınması, gökyüzündeki muhteşem hususlar dahil yapabileceklerimiz konusunda derinlemesine tefekkürler sonucu çalışmalar yapılmalıdır. Belkıs'ın tahtının 2000 km. ‘den daha fazla mesafeden anlık olarak getirilmesi bilimsel yönden de araştırılması gerekmektedir. Bu araştırmalar yeni bilgilere, ulaşmamıza vesile olacak ana kaynaktır. Allah ( c.c. ) güç ve kuvvet sahibidir. Bir şeye ol dedi mi o hemen oluverir. Ayette bahsedilen Kitap'tan bilgisi olan Salih bir kulun Belkıs'ın tahtını anlık olarak getirmesi, bizlere de çok önemli bilgiler sunmaktadır.

    Günümüzde eşyanın ışınlanması ile ilgili çalışmalar yapılmaktadır ancak uzaktaki bir eşyayı getirmek hayal bile edilemiyor. Belkıs'ın tahtının getirilmesi olayı Mucize veya Keramet'ten farklı olarak Kitap'tan bilgiye dayalı olarak gerçekleştirilmiştir. Mucize, bir peygamberin peygamberlik belgesidir. İtikad İmamımız Mâtürîdî mucizeyi Kitâbü't Tevhîd isimli eserinde; "Peygamberin elinde ortaya çıkan ve benzeri öğrenim yoluyla meydana getirilemeyen olay” diye tanımlanmaktadır.

    Mucize; akıl yoluyla açıklanamayan, Allah ( c.c. )'ın emri ile yaratılan olağanüstü hadiselerdir. Keramet; "Allah ( c.c. )'ın Salih, takva sahibi veli kullarından zuhur eden olağannüstü hal” olarak tanımlanmaktadır. Hiç kimse Allah ( c.c. ) adına söz veremeyeceği için keramette de, mucizede de iddia olmaz. Ayet-i kerimede "Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber için mucize getirme imkânı yoktur. Her müddetin ( yazıldığı ) bir kitap vardır.” ( Ra'd Sûresi âyet:38 ) buyrulmuştur. Belkıs'ın tahtının getirilmesi olayında iddia vardır. Önce cinlerden bir ifrit, Hz. Süleyman ( a.s. )'a makamından kalmadan getiririm demiştir. Ayrıca Kitaptan bir bilgiye sahip olan Salih bir kişi de ben tahtı göz açıp kapayıncaya kadarki bir sürede getiririm demiş ve getirmiştir. Anlayabildiğimiz kadarıyla, ayet-i kerimde bildirilen bu hakikat, ne mucize, nede keramettir. Allah ( c.c. )'ın kitabından alınmış bir ilim'dir. Kur'an-ı kerimden öğrendiğimiz ilim ile bir çok konuda çok önemli bilgilere ulaşacağımız aşikardır.

    Âyet-i Kerîmelerde: "( Sonra Süleyman müşavirlerine ) dedi ki: Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir?” "Cinlerden bir ifrit: Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz, dedi.” "Kitaptan ( Allah tarafından verilmiş ) bir ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. ( Süleyman ) onu ( melikenin tahtını ) yanı başına yerleşmiş olarak görünce: Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin ( gösterdiği ) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.” "( Süleyman devamla ) dedi ki: Onun tahtını bilemeyeceği bir hale getirin; bakalım tanıyacak mı, yoksa tanıyamayanlar arasında mı olacak.” "Melike gelince: Senin tahtın da böyle mi? dendi. O şöyle cevap verdi: Tıpkı o! ( Süleyman şöyle dedi ): Bize daha önce ( Allah'tan ) bilgi verilmiş ve biz Müslüman olmuştuk.” "Onu, Allah'tan başka taptığı şeyler ( o zamana kadar Tevhid dinine girmekten ) alıkoymuştu. Çünkü kendisi inkârcı bir kavimdendi.” "Ona: Köşke gir! dendi. Melike onu görünce derin bir su sandı ve eteğini yukarı çekti. Süleyman: Bu, billûrdan yapılmış, şeffaf bir zemindir, dedi. Melike dedi ki: Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmişim. Süleyman'la beraber âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum.” ( Neml Sûresi âyet: 38 - 44 )

    Belkıs, Allah ( c.c. )'ın adını yaymasından dolayı şöhreti her tarafa duyulan, Kendisinide Tevhid İnancına davet etmiş olmasından dolayı Hz. Süleyman ( a.s. )'ı bizzat görmek, gerçek bir peygamber olup olmadığını anlamak için büyük bir kafile ve değerli hediyelerle Kudüs'e gitmek üzere yola çıkmıştır. Rivayete göre, Hz. Süleyman ( a.s. ) Sebe' Melikesi Belkıs gelmeden önce, bir köşk inşa ettirmişti. Bu köşkün avlusu billurdan yapılmış,altından su akıtılmış ve suya balıklar konmuştu. Belkıs Kudüs'e geldiğinde zemininin billurdan yapılmış şeffaf bir madde olduğunu fark edemeyip sudan geçeceğini düşünüp eteğini toplamıştır. Bütün bu tedbirler Belkıs'ın akıl ve bilgisine güvenini sarsmış, böylece kendini ilâhi irşadı kabule hazırlamıştır. Hz. Süleyman ( a.s. )'ın bilgisinin derinliğine, kudretinin büyüklüğüne inanmış, Allah ( c.c. )'ın birliğine iman ettikten sonra ülkesine dönmüştür.

    Anlatıldığına göre, Süleyman deniz içerisindeki adalardan birinde bir krallık bulunduğunu, bu kralın güçlü bir saltanatı olduğunu ve sanının da çok yüksek olduğunu haber aldı. Fakat kimse oraya yol bulup gidemiyordu. Hz. Süleyman bu adaya gitmek üzere yola çıktı; rüzgar onu ve askerlerini götürüp bu adaya indirdi. Süleyman ( A.S. ) bu adanın kralını öldürdü ve pek çok ganimet aldı. Bu ganimetlerin arasında, insanların güzellikte bir benzerini görmedikleri kralın kızı da bulunuyordu. Hz. Süleyman onu kendisine ayırdı ve ona İslam dinine girmesini teklif etti, fakat o isteksiz bir şekilde Müslümanlığı kabul etti. Süleyman ( A.S. ) onu çok fazla seviyordu, fakat onun üzüntüsü gitmiyor ve ağlayıp duruyordu. Bir gün Hz. Süleyman ona: "Sana yazık oluyor. Bu bitmeyen üzüntü, tükenmeyen gözyaşları neden ileri geliyor?" diye sordu. Kadın: "Ben, babamı, onun krallığını ve başına gelenleri hatırlıyorum da bütün bunlar beni üzüyor." diye cevap verdi. Hz. Süleyman ona: "Allah sana babanın mülkünden daha hayırlı bir mülk verdi ve sana İslam dinini nasip etti." dedi.

    Bunun üzerine kadın: "Evet öyledir; fakat babamı hatırladıkça gördüğün hale düşüyorum. Şeytanlara emretseniz de babamın suretini evimin içerisine yapıverseler. Böylece sabah akşam babamın suretini görürüm. Belki bu benim üzüntümü giderir." dedi.

    Hz. Süleyman şeytanlara emir verdi; kadına, babasının tıpkı olmak üzere bir heykelini yaptılar, o da heykele, babasının elbiselerinin aynısını giydirdi. Hz. Süleyman evinden ayrıldığı zaman kadın cariyeleriyle birlikte sabahleyin babasının heykelinin bulunduğu yere gelir ve hep birlikte ona secde ederler, akşam olunca yine oraya gelip hep birlikte onun önünde secdeye kapanırlardı. Süleyman ( A.S. ), kadının bu hareketinden kırk gün haberdar olmadı.

    Nihayet Asaf bin Berhıya durumdan haberdar oldu. Asaf sıddıklardan idi.

    Gece olsun, gündüz olsun, Hz. Süleyman bulunsun veya bulunmasın, o, Hz. Süleyman'ın evine girmek istediği zaman dilediği vakitte girer ve geri çevrilmezdi. Bir gün Asaf Hz. Süleyman'ın yanına varıp ona: "Ey Allah'ın peygamberi! Yaşım ilerledi, gücüm kuvvetim kalmadı, ömrümün tükenmesine az kaldı. Bir yere dikilerek halka bir konuşma yapmak, bu konuşmamda Allah'ın peygamberlerinden bildiğim ölçüde bahsetmek, onları övmek ve halka bilmediklerini öğretmek istiyorum." dedi. Hz. Süleyman da: "Olur, yap." diyerek hoş karşıladı ve halkı bu iş için bir araya topladı. Asaf bin Berhıya konuşmasını yapmak üzere ayağa kalktı, geçmiş peygamberlerden bahsedip onları sena edip övdü. Sonunda sıra Hz. Süleyman'a gelince: "Küçüklüğünde ne kadar halim selimdin. Yine küçüklüğünde hoşa gitmeyen her şeyden ne kadar uzaktın!" dedi ve oradan ayrıldı.

    Fakat Hz. Süleyman Asafa çok hiddetlendi ve birisini gönderip yanına çağırdı. Hz. Süleyman ona: "Ey Asaf! Benden söz edince benim küçüklükteki halimi övdün, yaşımın ilerlemesinden sonraki halimden hiç söz etmedin. Ben yaşlanınca ne gibi kötü şeyler yaptım?" dedi. Asaf: "Bir kadının uğruna kırk gündür senin konağında Allah'tan başkasına tapılmaktadır." dedi. Bunun üzerine Hz. Süleyman: ''Biz Allah içiniz ve O'na döneceğiz.'' ( Bakara suresi, ayet 156 ) dedikten sonra: "Ben, bu söylediğini mutlaka sana gelen bir habere dayanarak söylemiş olduğunu biliyorum." diye konuştu, Sonra konağına girip putu kırdı ve o kadınla birlikte cariyeleri de cezalandırdı. Daha sonra temiz elbiseler getirilmesini emretti ve elbiseler getirildi. Bu elbiseleri hayızlı kadın eli değmemiş, henüz hayız çağına gelmemiş bakire kızlar dokurdu. Hz. Süleyman bu elbiseleri giyip kıra çıktı ve yere kül serptirdikten sonra tövbe ederek Allah'a yöneldi, tevazu gösterip yalvararak küllere belendi. Hulasa Hz. Süleyman o gününü ağlamak ve istiğfar etmekle geçirdi, sonra da evine döndü.

    Hz. Süleyman'ın bir ümmüveled ( çocuk doğurmuş ) cariyesi vardı; yalnız ona güvenir, yüzüğü ( mührü )nü ona teslim ederdi. O, yüzüğünü ancak tuvalete girdiği zaman, bir de hanımlarından birisine yaklaşmak istediği zaman çıkarırdı. Temizleninceye kadar da yüzüğünü bu cariyeye teslim ederdi. Saltanatının bütün hünerleri ise bu yüzükte idi. Günlerden bir gün Hz. Süleyman helaya girmiş, yüzüğü de bu cariyeye teslim etmişti.

    Bu sırada cinnilerden ''Sahar'' adında bir şeytan Hz. Süleyman'ın suretine girip cariyenin yanına geldi ve yüzüğü aldıktan sonra Süleyman'ın suretini muhafaza ederek gidip onun tahtına kuruldu. Bundan sonra insanlar, cinler ve kuşlar onun başına toplanmağa başladılar. Hz. Süleyman heladan çıktığında şekil ve durumu değişmiş olarak cariyeye: "Yüzüğüm!" diye seslendi. Cariye ona: "Sen kimsin?" diye sordu. Hz. Süleyman: "Ben Süleyman'ım." diye cevap verdi. Bunun üzerine cariye: "Sen Süleyman değilsin, yalan söylüyorsun. Süleyman gelip yüzüğünü benden aldı, şimdi de tahtında oturuyor." dedi. Nihayet Hz. Süleyman hatasını anladı, sonra çıkıp gitti ve İsrailoğulları'na: "Ben Süleyman'ım" demeğe başladı. Fakat onlar, onun Süleyman olduğuna inanmadılar ve üzerine toprak serperek sövüp saydılar. Hz. Süleyman bu durum karşısında deniz kenarına gidip balıkçıların balıklarını pazarlara taşımaya başladı. Onlar, taşıma ücreti olarak ona her gün iki balık veriyorlardı. Aldığı balığın birisini ekmek karşılığında satıyor, diğerini ise yiyordu. Hz. Süleyman'ın bu durumu kırk gün sürdü.

    Daha sonra Asaf bin Berhıya ve İsrailoğulları'nın ileri gelenleri, Hz. Süleyman'ın kılığına giren şeytanın idaresini yadırgamağa başladılar. Bunun üzerine Asaf: "Ey İsrailoğulları! Benim Süleyman'ın idaresinde gördüğüm değişikliğin siz de farkına vardınız mı?" diye sordu. Onlar: "Evet, farkındayız." diyerek cevap verdiler. Asaf bin Berhıya: "Bana mühlet verin, Süleyman'ın hanımlarının yanına gideyim ve onlardan bizim gibi onun hareketlerini yadırgayıp yadırgamadıklarım sorup öğreneyim." dedi. Nihayet Asaf, onların yanına gidip sordu, fakat onlar Asaf'ın bildiğinden daha beter şeyler anlattılar. Bunun üzerine o: ''Biz Allah içiniz, muhakkak O'na döneceğiz.'' ( Bakara suresi, ayet 156 ), ''Muhakkak bu, apaçık bir imtihandır.'' ( Saffat suresi, ayet 106 ) dedi.

    Bundan sonra Asaf gidip İsrailoğulları'na durumu bildirdi. Şeytan, durumunun onlar tarafından öğrenildiğini görünce, hemen oturduğu taht'tan kalkıp kaçtı ve deniz kıyısına gelip elindeki yüzüğü fırlatıp attı. Atılan yüzüğü bir balık yuttu. Bu balığı ise bir balıkçı avladı. Hz. Süleyman balığın avlandığı gün o balıkçının balıklarını pazara götürmüştü. Ücret olarak balıkçının kendisine verdiği iki balıktan birisi ise yüzüğü yutmuş olan balıktı. Hz. Süleyman bu balığı aldı, yemek için içini temizlediği bir sırada içerisinde kendi yüzüğünü gördü. Hemen yüzüğünü alıp parmağına taktı ve secdeye kapandı. Bundan sonra insanlar, cinler kuşlar başına toplandı, halk da kendisine yönelmeğe başladı ve saltanatının başına geri döndü. Bu arada Hz. Süleyman günahından tövbe etti ve yüzüğünü elinden alan Sahar adındaki şeytanı yakalayıp getirmeleri için şeytanları dört bir tarafa dağıttı. Nihayet Sahar şeytanlar tarafından yakalanıp getirilince, Hz. Süleyman onun için bir kayayı oydurdu ve içerisine koydu. Sonra kayanın ağzını demir ve kurşunla kapatıp denize attı.

    Sahar isimli şeytan Hz. Süleyman'ın makamında, evinde puta tapılan süre kadar, yani kırk gün kaldı.

    Rivayet edildiğine göre, Hz. Süleyman'ın hükümdarlığının elinden gitmesinin sebebi şu idi: Onun ''Cerade'' adında vefalı bir hanımı vardı, yüzüğünü ise ondan başkasına emanet edip teslim etmezdi. Bir gün Cerade Hz. Süleyman'a: "Oğlan kardeşimle falan arasında bir anlaşmazlık var, ben senden onun lehine hüküm vermeni istiyorum." dedi. Hz. Süleyman: "Olur, yaparım." dedi, fakat yapmadı. İşte bu yüzden belaya uğradı.

    Bir ara Hz. Süleyman yüzüğünü çıkarıp bu hanımına teslim etti ve sonra helaya gitti. Bu sırada şeytan Hz. Süleyman'ın kılığında ortaya çıktı ve yüzüğü alıp gitti. Süleyman ( A.S. ) da hemen onun arkasından hanımının yanına gelip yüzüğünü istedi. Hanımı ona: "Az önce yüzüğü almadın mı?" diye sordu, o da: "Hayır, almadım." dedi. Bunun üzerine Hz. Süleyman hayret ve şaşkınlık içerisinde oradan ayrıldı. Şeytan ise onun tahtına oturup kırk gün süreyle onun yerine insanlar arasında hüküm verdi. Nihayet halk onun durumunu anladı, onu kuşatıp çevreledikten sonra Tevrat'ı açıp okumağa başladıklarında, şeytan aralarından uçup kaçtı ve yüzüğü denize attı. Yüzüğü bir balık yuttu. Daha sonra Hz. Süleyman bir balıkçının yanına gitti. Karnı aç olduğu için ondan yiyecek bir şey istedi ve ona kendisinin Süleyman olduğunu söyledi. Fakat balıkçı onun Süleyman olduğuna inanmadı ve bir sopayla vurup başını yardı. Hz. Süleyman başından akan kanları yıkamağa koyulduğu bir sırada, balıkçılar arkadaşlarının bu hareketini kınayıp yerdiler ve Hz. Süleyman'a iki balık verdiler. Bu balıklardan birisi ise yüzüğü yutan balıktı. Süleyman ( A.S. ) temizlemek için balığın karnını yardığında yüzüğünü gördü ve onu aldı. Böylece Allah ona mülk ve saltanatını geri verdi. Nihayet balıkçılar onun Süleyman olduğunu anlayınca özür dilediler. Hz. Süleyman onlara: "Özür dilediğiniz için sizi övmüyorum, yaptığınız bu davranış için de sizi kınamıyorum." dedi.

    İşte bu hadiseden sonra Allah ( C.C. ) cinleri, şeytanları ve rüzgarı Hz. Süleyman'ın emrine verdi. Bundan önce ise Allah bunları onun emrine vermemişti. Bu, Kur'an-ı Kerim'deki konu ile ilgili ayetlerin zahirine daha uygun düşmektedir. Nitekim Allah ( C.C. ) bu ayetlerde şöyle buyurur: ( Süleyman ): ''Ey Rabb'im! Beni affet, bana, benden sonra hiçbir kimseye nasip olmayan bir mülk ( hükümdarlık ) ver. Çünkü sen çok bol verenin, dedi. Biz rüzgarı onun emrine verdik. Onun emriyle, onun istediği yere yumuşak ( yumuşak ) akar giderdi. Şeytanları, ( onlardan olan ) her bina ustasını, dalgıcı, ( kötülük yapmamaları için ) zincirlerle birbirlerine bağlanmış olan diğerlerini de ( onun emrine verdik).'' ( Sad suresi, ayet 35 - 38 ).

 

Önceki KonuAvrupa Pist Bisikleti Şampiyonası
Sonraki KonuPisagor kimdir?
Bu yazıya henüz yorum yapılmamış, ilk yorum yapan siz olun...
Yorum Yapın
E-posta hesabınız yayınlanmıyacaktır.
Web site zorunlu değildir.
Güvenlik kodu