Kur'anın Her Asrın İnsanına Hitap Etmesi
Mesela Rahman suresinde buyruluyor ki ‘İki deniz bir araya geldi, sular birbirine kavuştu ama karışmadı.’ Sebep olarak 'berzah' diye bir ifade kullanılıyor. Yani bir engelden dolayı bu iki su birbirine karışmıyor. Eski ilim adamları bunu ‘Muhtemelen bu iki deniz arasında bir kara parçası vardır. Bundan dolayı sular birbirine karışmıyor’ şeklinde tefsir etmiş. Demirci, günümüzde ise Kaptan Cousteau'nun ( Kusto ) Cebeli Tarık boğazında, Akdeniz ile Atlas Okyanusu'nun birleştiği noktayı keşfinin bilindiğini belirterek şöyle konuştu: ‘Cousteau, alttan yukarı 45 derecelik açıyla fışkıran tatlı bir su kütlesi olduğunu belirledi. Artık Rahman Suresi'nin 19 ve 20. ayetlerinde berzah diye ifade edilenin bu olduğunu öğrendik. Yani Kur'an, geçmişte de anlaşılıyordu, bugün de anlaşılıyor ve gelecekte de anlaşılacak. Kur'an'ın mucizevî tarafı budur.’
Kuran'ın geniş perspektifi
Kur'an-ı Kerim, yerler, gökler ve topyekün varlık hakkında verdiği bilgilerden o kadar emin bulunmaktadır ki; insanlık, keşif, tespit ve yeni buluşlarında ilerledikçe, o, hemen her menzilde, Kur'an gerçeğiyle karşılaşılacağını vurgulamakta ve her şeyin Allah'a bağlanacağı günlerin geleceğini hatırlatmaktadır.
Ayet ayet takip edildiğinde Kur'an-ı Kerim'in, insanın iç âlemindeki en derin his ve düşüncelerinden, kâinattaki en geniş sistem ve galaksilere; oradan da âlem-i misâl ve arş âlemine kadar açılan çok geniş bir yelpâzede pek çok hakikate işaret ettiği görülecektir. Kur'an-ı Kerim; kalbî ve rûhî meyilleri, gizli - açık hisleriyle insanı ele alıp yorumladığı, değerlendirdiği aynı anda kâinatın en geniş daire ve en ücra köşelerinden bahisler açarak, bir anda insanın nazarını kâinattan insana, insandan da kâinata çevirir; kâh koca bir kitabı mütalaaya sunar, kâh ehadî bir tecelli ile dikkatleri insan üzerinde yoğunlaştırır. Kur'an, bazı âyetleriyle insanın ledünniyatından bahsedip, dikkatleri o noktaya çekerken, bir de bakarsın nöbülozlar ve Güneş manzûmesinden bahisler açarak bizi makroalemin nâmütenahiliklerinde gezdiriyor. Bu ona has bir üsluptur ve o, varlığı her zaman bir bütün olarak nazara verir; o küllî irade ve kudretin hem dar hem de geniş dairede nasıl tecelli ettiğini birden gösterir. İşte bu espri içinde Kur'an, şöyle ferman eder: "Biz onlara âfâkta ( arz, sema ve kâinatlar ) ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz, nihayet onlar için ( Kur'an'ın ) gerçek olduğu, ap açık belli olacaktır." ( Fussılet, 41 / 53 )
Kur'an yılları
Cenab-ı Hak, insanlara ayetlerini hem âfakta hem de enfüste peyderpey, ceste ceste göstererek bir gün büyük çoğunluğa mutlaka "Hak" dedirtecektir. Bu "hak" Hak'dan gelmiş hakikatı neşretmiş, varlık gerçeğine tercüman olmuş Kur'an'dır. Bu ayet, insana ve kâinata ait pek çok hakikati ihtiva etmekte ve gelecek yılların Kur'an yılları olacağı müjdesini vermektedir. Yine bu ayet, insan icadı olan teknik aletler sayesinde kâinatın derinliklerinin hallac edilerek bir esasa bağlanacağına parmak basmakta ve bunu yaptığı aynı anda, kendi iç ve dış anotomisinde de çok ciddi ilerlemeler kaydedeceğini vurgulamaktadır.
Evet, her gün biraz daha gelişen teknoloji sayesinde elde edilen imkânlarla, insan yeniden kendine yönelmiş, her yönüyle kendini yorumlayıp keşfetmek için teşrih masasına yatırmış; fizik, kimya, biyoloji, astronomi, tıp, hendese hatta psikoloji, pedagoji gibi bütün modern ilimlere göre kendini yeni bir yorumlama ve değerlendirmeye tabi tutmuş ve bir ölçüde Kur'an'ın işaret ettiği süreci başlatmış gibi görünüyor. Buna, Kur'an'ın "hak" dediği noktaya geliniyor da diyebiliriz. İnsanı, kâinattan koparmadan, varlığın hakla irtibatını zedelemeden ve insanın kâinat içindeki mevkiini olduğu gibi koruyarak tarif eden sadece ve sadece Kur'an'dır. Evet O'nda, kâinat anlatılırken aynı anda insan da anlatılmakta, kalbin tahlil edildiği bir yerde güneş manzûmesinin ve yıldız kümelerinin genel durumları dile getirilmekte, insan ledünniyatından bahsedilirken de kâinatın derinlikleri nazara verilerek hep tevhîdî bir mülahaza sergilenmektedir.
Lâ İlâhe İllallah hakikati
Bundan sonra da ilimler ilerlemeye devam edecek; insan düşüncesi, ilimlerin inkişafı ölçüsünde gelişecek; bir yandan x ışınlarıyla, mikroalemlerdeki bilinmezler ortaya çıkarılırken, diğer yandan da teleskoplar ile en büyük dairede kâinatlar, ulaşılabildiği kadarıyla didik didik edilecek. Böylece, adeta insan gibi pek çok varlık da teşrih masasına yatırılacak; en ince parçasına kadar her şey müşahade inbiğinden geçirilecek ve netice nereye varırsa varsın, her şeyin, hâl ve kâl diliyle "Lâ İlâhe İllallah" dediği duyulacaktır. Bu hakikati Kur'an, kâinatı kudret ve iradesiyle tanzim eden sahib-i Kur'an'ın beyanı olarak anlatmaktadır. Kur'an bu yüce hakikati "Biz onlara âfâkta ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz de, nihayet onlar için ( Kur'an'ın ) gerçek olduğu ap açık ortaya çıkacaktır." ayetiyle, hem bir müjde hem de bir va'd suretinde ifade etmektedir.
Bu hitap, o gün sahabeye idi. O günün o temiz ve sade insanları bu hitaptan ne anlamışlar onu bilemiyoruz. O devirde âfâka ait rasat aletleri olmadığı gibi, enfüsün de bir yanını bilme adına önemli yerleri olan bugünkü ( x ) ışınları ve elektron mikroskopları yoktu. Ama Kur'an onlara: "Gelecekte bunu teker teker size göstereceğiz" diyordu. Demek ki bu âyet onlara bir şeyler ifade ettiği aynı anda 20. asrın insanına da çok ciddi şeyler fısıldıyordu. Evet bu çağın insanı, çok ileri teknolojiler sayesinde, bu ilâhî beşareti idrak etmiş olmalıdırlar. Bugün insan anatomisine ait pekçok sırlar keşfedilmiş, mikroelektron mikroskoplarla insan didik didik edilip taranmış, âfâk ve enfüste daha nice derin araştırmalar yapılmış ve adeta, gaybın kapıları aralanmış gibi görünmektedir.
Varlığın anlaşılması
Ayrıca burada şöyle ince bir nükte de söz konusu olsa gerek: Kur'an, insan ve kâinatı aynı anda ve aynı ehemmiyet ve hassasiyet içinde, birini diğerine tercih etmeyip ve hiçbirini ihmal etmeyerek insanın nazarına arz etmekte ve tam bir bütünlük içinde bütün varlığın anlaşılmasını istemektedir. Öyle ki, insanın derinliklerinden, kâinatın enginliklerine uzanan çizgide, bütün varlığın araştırılması gerektiği, Allah'ın, ayetlerinin keşfedilmesi gayretinin gösterilmesi, araştırmacı ve mütecessis ruhların bütün tecessüs kabiliyetlerini kullanmaları gerektiği vurgulanarak hamiyetli ruhlara bir "arş" emri verilmektedir. İşte bu ince nükte de göstermektedir ki, müspet ilimlerde dahi istikamet aranacaksa, insan - kâinat ve Allah ilişkisi gözardı edilmeden küllî bir yaklaşımla, hem âfâk hem de enfüse açılarak araştırmalar öyle yapılmalıdır.
Hasılı Kur'an-ı Kerim, yerler, gökler ve topyekün varlık hakkında verdiği bilgilerden o kadar emin bulunmaktadır ki; insanlık, keşif, tespit ve yeni buluşlarında ilerledikçe, o, hemen her menzilde, Kur'an gerçeğiyle karşılaşılacağını vurgulamakta ve her şeyin Allah'a bağlanacağı günlerin geleceğini hatırlatmaktadır.
Zaten, bütün kâinatları yaratan Allah kelamının varlığa, tabiata, ilimlere aykırı olması da düşünülemez. Bu itibarla bizim Kur'an'dan aldığımız bilgilerle varlıktan aldığımız bilgiler arasında - eğer doğru alabilmişsek - katiyen herhangi bir "çelişki" söz konusu olamaz. İlimlerle Kur'an arasında tenakuz gördüğümüz yerlerde ya Kur'an'ı yanlış anlıyoruzdur ya da ilimler adına ortaya atılmış bir kısım hipotezleri ilim zannediyoruzdur.